Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Atatürk’ ün okulların müfredatına konulmasını istediği bir kitap)

Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Atatürk’ ün okulların müfredatına konulmasını istediği bir kitap)

·

6 min read

Ülkelerin güçlü veya zayıf, halkların gelişmiş veya geri kalmış olmasının altında yatan tek neden yöneticinin adil veya yetersiz olması değildir. Yönetici nasıl biri olursa olsun -iyi veya kötü, kahraman veya zalim - her zaman kendi halkının canından bir candır, onun bir parçası, ruhunun yansımasıdır. Halk nasılsa onu yönetenler de öyledir. Bu yüzden de her halkın hak ettiği iktidarlara ve yöneticilere sahip olduğu eskiden beri söylenegelmektedir.

Tavastgus şehrinde sadece bir otel ve büyük salonunda bazen tiyatro oyunlarının da oynandığı bir restoran var. Buna karşılık, okul sayısı çok olup, bunlar arasında sekiz yıllık erkek lisesi, öğretmen okulu, örmecilik yüksek meslek okulu, Fince ve İsveççe eğitim veren iki kız lisesi, kızlar ve erkekler için iki yüksek halk okulu, ilkokul, işçiler için Pazar günü okulu, “Özgür Kilise” Pazar günü orta okulu, ıslah okulu, hazırlık okulu, hapishane mahkumları için okul ve Rusça eğitim veren bir okul bulunmaktadır.

Bizde bu kadar okulun bulunduğu altı bin nüfuslu bir kasaba gösterin lütfen!

Kısa bir süre öncesine kadar aşçı olarak çalışan Miina Sillanpaa kendi kendini eğiterek, geliştirir ve makaleler yazmaya, kadın işçilerin haklarını savunmayı amaçlayan etkili bir hareketin öncülüğünü yapmaya başlar. Kendisi daha sonra birçok önemli toplumsal konuyu gündeme taşımış, milletvekili seçilerek, ülkenin siyasi hayatında önemli bir rol üstlenmiştir.

Finlandiya diğer Avrupa ülkelerinin henüz yapamadığını yapmış ve kadın ticareti yasadışı ilan edilmiştir. Ülkede yasal olarak faaliyet gösteren bir tek genelev dahi yoktur. Alkol tüketimine karşı acımasız bir savaş verilmektedir. Finlandiyalılar tabiatları itibariyle alkole meyilli insanlardır, fakat bu eğilimin görmezden gelinmesi söz konusu dahi değildir. Finlandiya’ da devlet hazinesini votkadan elde edilen gelirlerle doldurma yönünde çaba gösterilmezken, yönetim insanları ayartmamak için votkayı sandığa kilitleyerek, halkın gözünden mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışmaktadır. Finlandiya’ nın her tarafında votka sadece büyük kaplarda satılmakta olup, içinde üç buçuk şişe votka bulunan ve beş mark’ a satılan bu kapları halkın büyük kısmı fiyatından dolayı alamamaktadır. Bunun yanı sıra, geçtiğimiz yıl Finlandiya Parlamentosu bütün alkollü içkilerin, hatta biranın bile tamamen yasaklanmasını öngören yasa hazırlanmıştı. Yasa henüz onay aşamasında bulunmaktadır.

Finlandiya’nın İsveç’e bağlı olduğu zamanlarda yönetim

Bütün diğer halklarda olduğu gibi, İsveç’ in zengin ve soylu ailelerinde de kötü çocuklara, tembel, yaramaz, aptal, ayyaş, ve ahlakı bozulmuş gençlere rastlanabilirdi. Bütün okullardan kovulan bu gençleri hiçbir kamu ve özel kurum işe almak istemiyordu. Kendi başlarına bir işi becerebilecek yetenekleri yoktu, çalışmak istemiyor, günlerini eğlenceyle geçiriyor ve müsrifçe, düşüncesiz bir şekilde para harcıyorlardı.

Bu cahil ve tembel evlatları ne yapmalı, nasıl idare etmeli? Ebeveynleri ve akrabaları arasında bulunan etkili kişiler maneviyatı bozulmuş gençlerin Finlandiya’ ya memuriyete gönderilmesini sağlıyordu.

Bu şekilde göreve gelmiş bin veya belki de iki bin kadar memurun neler yaptığını tahmin edebilir misiniz? İki üç sınıflık lise eğitimi dışında tahsili olmayan, tembel, ahlakı çöküntü içinde bulunan bu kişiler Finlandiya’ da zamanlarının büyük bölümünü görev yerinde değil, pahalı lokantalarda ve her türlü eğlence yerlerinde geçirmekteydiler.

Çalışma istekleri yoktu, ayrıca, bunu beceremiyorlardı. Kaba, cahil, iş disiplininden uzak olup, yerel halkı hor görüyorlardı. İşe geç gelip erken gidiyor, mesailerini kahve ve sigara içerek, gazete okuyarak ve arkadaşlarıyla dedikodu yaparak geçiriyorlardı. Görüşmeye gelenleri uzun süre bekletiyorlardı. Kaba ve görgüsüzdüler. İnsanları “Müdür çok meşgul. Bekleyeceksiniz!” diye azarlıyorlardı.

İnsanlar böyle bir “müdüre” ulaşabildiklerinde ise, önlerinde sarhoşluktan henüz kendine gelememiş, uykusuz ve aptal yüz ifadesiyle ve tıpkı bir hindi gibi şişinerek bakan birisini görürlerdi. Adam misafirin söylediklerini sonuna kadar dinlemeden kaba bir şekilde bağırmaya başlardı:

– Meşgulüm! Bugün git, yarın gel.

– Ama lütfen dinleyin beni, çok uzaklardan geldim.

– Yarın! Müdür sesini daha da yükseltiyordu.

– Burada kalacak param yok…

– Yarın dedik ya! Haydi dışarı!

Gece alemlerinde alkol su gibi akar, şarap nehirlerinin kenarına sürüyle pahalı fahişeler toplanırdı. Büyük paraların harcandığı bu alemlerde olup bitenlerden dehşete düşen namuslu insanlar şunu söylerdi:

– Bu ne biçim rezillik böyle? Stockholm neden bunlara seyirci kalıyor? Bunlar ne zamana dek devam edecek?

Istırap çeken ve şikayet eden halk giderek daha çok öfkeleniyor ve kendisi de maneviyatını kaybederek, ahlaksızlık girdabına sürükleniyordu: Eğer yöneticiler buna izin veriyorsa, ben de fırsatı kaçırmamalıyım.

Finlandiya’nın Rusya’ya özerk olarak bağlı olduğu zamanlarda yönetim

Snelman “Tanrıya şükürler olsun ki, şimdi böyle değil. Tedricen her tarafta Finli memurları veya İsveçliler arasından seçilmiş en iyi adamları iş başına getiriyoruz. Artık yeni şarabı yeni tulumlara koyma imkanımız var. Zaman değişmiş, bunu değerlendirin. İlk andan itibaren sıkı çalışın, eski ruhu kovun, tamamen uzaklaştırın, hiç izi kalmasın. Bize — Finlilere özgü — yeni gelenekler yaratın. Halk, sizin kendisine hizmet ettiğinizi, asalak gibi davranmadan, onun refahı için çalıştığınızı ve halkınızın hamisi olduğunuzu görsün. Size başvurarak, bir şeyler isteyenleri inatçı, muzır sinekler olarak görmeyin, aksine, imkanlar elverdiği ölçüde herkese yardımcı olmaya çalışın. Herhangi bir iş yapılmamışsa, halk bunun, siz yapmak istemediğiniz için değil, yapamadığınız, bunun için yeterli olanağınız bulunmadığı için olduğunu bilmeli. Din adamlar ve öğretmenler gibi, memurlar da halkın eğitimi ve kültürel gelişiminden sorumludurlar.”

Kışla

Snelman “Ordu halkımızın tatmin edici ve iyi düzeyde eğitim alabileceği, sorumluluk duygusunu geliştirebileceği bir okul olabilir. Unutmayın, ülkenin en ücra köşelerinden binlerce sağlıklı genç, hayatlarının en parlak döneminde askere çağrılmaktadır.

Onları ailelerinden ve günlük işlerinden kopararak, uzun bir süre için binlerce askerin bir arada yaşadığı kışlalara kapatıyorlar. Burada onları besleyip giydiriyor ve bütün ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Çoğu zaman gereğinden fazla çalıştırıyorlar, fakat bu gençler evlerine döndüklerinde askerde edinmiş oldukları alışkanlık ve beceriler kendilerine herhangi bir fayda getirmiyor.

Yeni Fin ordusunun, ruhu, ahlakı, gelişimi ve kışladaki askerlerin hizmetlerinin neticeleri açısından, yeni bir oluşum olması gerekmektedir. Askerler kışla hayvanı değil. Asker, bizim henüz yeteri kadar eğitim görmemiş bir kardeşimizdir, anavatan kendisini yetiştirmemiz için bize göndermiştir. Kendisi ordudaki hizmetini bitirip evine döndüğü zaman anavatan bize şunu soracaktır: Size itibar ettiğim yüzlerce ve binlerce genç insanı, bu taze fidanları nasıl yetiştirdiniz, onları nasıl hazırladınız ?

Biz kışlayı bir halk okuluna, bir üniversiteye dönüştüreceğiz. Askerler kışlayı hatırlarken kalpleri sevinçle dolacak, insanlar kışladan gururla bahsedecekler:

– Kışla onu düzeltti.

– Kışla onu yetiştirdi: Geliştirdi, çevik, dürüst, çalışkan, kibar ve yardımsever olmasını sağladı.

Daha önce, İsveçliler döneminde kışlalar pis ve koşulları kötüydü. Her tarafta insanın içini karartan bir ortam hakimdi. Kışlaların içerisinde hava kirli ve ağırdı. Çok kötü giyimli askerler aç kalmak ve yetersiz beslenmekten dolayı sık sık hastalanıyordu. Rütbece büyük olanlar diğer askerlerin her şeyini yemeklerini, kıyafetlerini, ayakkabılarını, ısınmak için kullandıkları eşyalarını ellerinde alıyor, hatta kışlada ortak değerlendirilen malzemelere bile el koyuyorlardı. Astların sürekli üstlerinin kötü muamelesine ve galiz küfürlerine maruz kalması askerlik sırasında normal bir durum olarak görülmekteydi.

Şimdi ise kışlada her şey kökünden değişti. Koğuşlar temiz tutulmakta ve sürekli havalandırılmakta. Boş zamanlarda binaların etrafına çimenler ekilmekte, çiçek yetiştirilmektedir. Kışlaların içinde çiçek saksıları, pencerelerde perdeler, yerlerde halı ve yolluklar, kapı önlerinde paspaslar bulunmaktadır. Girişte herkes ayakkabılarını silerek üzerindeki çamuru itinayla temizlemektedir.”

Genç Finlandiyalı subaylar büyük enerjiyle yeni bir tarz yarattılar . Kendileri bu tarzı şöyle özetliyordu:

” Kışlalar bizim ortak mekanımız, aile ocağımızdır. Burası bir bilim kürsüsüdür. Papazlar için kilise neyse, bizler için de kışla odur. Burada kadınlar arasındayken yaptığımızdan daha edepli ve kibar davranmamız gerekir.”

Kitabı alış hikayem;

Bundan yaklaşık bir hafta önce Çanakkale’ de çok şirin bir yerde çayımı yudumlarken ve bu şirin yerin sahibi olan yaşlı ama hala okumaya çok meraklı olan Bekir bey ile sohbet ediyoruz. Konu çok sevmesem de Dünya siyasetine geldi. Konuyu sevmediğim halde konuşmaktan zevk alıyordum. Sonra yanımıza iki gündür bu mekanda gördüğüm, çay içip Bekir bey ile sohbet ettikten sonra işine dönen bir adam bugün yanımıza oturdu ve sohbete dahil oldu. Ben daha çok genç birisi olduğum için konuşmaktan çok sorular soruyor ve işin altında ki sebebi anlamaya çalışıyordum. Çaylarımız bittiğinde Bekir bey içeri çay koymaya gitti o içerideyken de tanımadığım adama sorular soruyordum çok sakince cevaplıyordu ve oda biraz beni tanımak istermişçesine yaşımı hangi bölümü okuduğumu soruyordu. Bir süre sonra eğer benim söylediklerimi daha iyi anlamak istiyorsan sana birazdan bir kitap hediye edeceğim ama senden tek isteğim bu kitabı okuduktan sonra kitabı okuyacak birilerine ver ve ileride sende benim gibi bu kitabı gençlere hediye et lütfen. Çayını bitirdikten sonra gitti ve 10 dakika sonra geri geldi elinde üç tane kitap vardı birini bana diğer ikisini arkadaşlarıma verdi. Bu öyle bir kitaptı ki benim hayatım boyunca hediye aldığım ilk kitaptı ve Atatürk’ ün okulların müfredatına konulmasını istediği bir kitap.

Kitabı bitirdiğimde fark ettim ki kitabın sonunda anladığım kadarıyla kitabı hediye eden adam tarafından yazılmış çok güzel bir not vardı.

André Gide’nin bir sözü.